Servet Yıldırım – Cuma günü açıklanan gayrisafi yurtiçi hasıla rakamları bize ekonominin yılın ilk üç ayında potansiyeline yakın bir hızda hatta biraz üzerinde büyüdüğünü söylüyor ama yılın geri kalanına dair bir şey söylemiyor. Ama herkes ilk çeyrekteki canlılığın yılın diğer çeyreklerinde yaşanmayacağının farkında. Çünkü ilk çeyrek geçen yılın ilk yarısında, hatta 2022’de de olduğu gibi seçim ekonomisinin uygulandığı kendine özel bir dönemdi.
Ekonomi ısındı
Bundan üç yıl önce “Büyüme mi? Fiyat istikrarı mı?” noktasında tercihini büyümeden yana yapan Türkiye son 15 çeyrekte büyüdü ama bunun bir bedeli oldu: Yüksek ve katılaşmış enflasyon.
Mart ayı sonunda yerel seçimler yapıldı ve Türkiye seçimsiz bir dört yıllık döneme girdi. Dolayısıyla ekonominin önünde normalleşme sürecinin başlayabileceği bir fırsat penceresi belirdi. Sıkı para politikası sürdürülmesine rağmen tüketimin hızla arttığı birinci çeyreğin ardından şimdi sıra fiyat istikrarının sağlanmasına geldi. Yani “büyüme” tercihi ile ısıtılan ekonominin ilk etapta soğutulmasına ihtiyaç var. Enflasyonun geldiği nokta ekonomi yönetimine çok fazla oyun alanı bırakmıyor.
Önce fiyat istikrarı
Para ve maliye politikalarındaki sıkılaşmanın etkisini bundan sonraki çeyreklerde toplumun bütün kesimleri daha fazla hissedecektir. Ve bu noktada “Fiyat istikrarı mı? Yoksa büyüme mi?” tartışması geçmişte olduğu gibi tekrar karşımıza çıkabilir. Türkiye ekonomisinin önceliği fiyat istikrarını sağlamak olmalıdır. Fiyat istikrarı ile büyüme aslında birbirlerinin alternatifi değildir. Aksine fiyat istikrarı sürdürülebilir büyüme, istihdam ve toplumsal refahın en büyük ön koşuludur. Toplumun farklı kesimleri bu durumun farkındadır. Mesela ATO Başkanı Gürsel Baran, büyüme rakamlarının açıklanmasının hemen ardından geçen hafta yaptığı bir açıklamada “Fiyat algısındaki bozulmaları ne kadar kısa sürede düzeltebilirsek, iç talebin dengeli bir şekilde büyümesi o kadar hızlı gerçekleşir” diyordu. Yani iş dünyası da bu durumun farkında.
Yük, adil dağıtılmalı
Türkiye’nin acil önceliği ilk etapta dezenflasyonu başlatabilmek ve daha sonra enflasyonu normal seviyelere, yani tek basamaklara indirebilmektir. Türkiye ekonomisinin makul bir enflasyon ve dış açık ile makul bir oranda büyüyeceği bir patikaya oturtulması gerekiyor. Bu noktada dikkat edilmesi gereken şey enflasyonla mücadelenin yükünün toplumun tüm kesimlerine adil şekilde dağıtılmasıdır. Enflasyon yükselirken en fazla dar ve orta gelir grupları ile sabit gelirliler olumsuz etkilenmişti. Şimdi enflasyon düşürülürken faturayı yine bu kesimler ödememeli.